25 Ağustos 2018 Cumartesi

161. Gençlik buhranları.

Bazen, geçmişten gelen bir koku gibi, karşıdaki kırmızı ışıktan bakıp gülüyor bana anılarım. Sanki 70bin milyar yıl önceymiş gibi. Ama öte yandan sanki hala yaşım 22.

Mekanlar değişmese, nargile kokusu her gün burnuma değse, kusana kadar geçmişi konuşurken çınar içerden seslenmese, kuzenlerimle yine o köy evinde kara para aşk izlerken bir yandan sobada kendi yaptığımız börek pişse... bilemiyorum 70bin yıl geçse de yine 22 mi kalır hissettiğim?

Geçen yıl sorsaydılar 19 derdim. İnsan bir yıda 3 yaş büyürken, aynı zamanda 7 yıl çekebiliyormuş da. Olgunlaşmak güzel de rakamları kim dahil etti hayatımıza?

Anılar...... bir pilotun “cabin crew take a position please” anonsunda hüzünlü bir kahkaha atma arzusu. Ah Lily keşke sen de olsaydın. Ama ne yazık ki kedileri insanlar doğurmuyordu değil mi? Ne farkeder, öyle olsaydı da sonuç değişmezdi.

22 yaş diyorum. Gençliğim gibi. 

Kırmızı, kedili evin turuncu koltuğunda ses çıkaran buzdolabının sesine eşlik eden sessizliği dinlemek gibi. Kamera karşısında büşraya danışarak havuzda yanmış onuzlarına yoğurt sürmek işte. Ama en çok melikeyle gidilen “summer school in london”.

19 Ağustos 2018 Pazar

Yüz altmış: seviyor mu?

Çünkü demiştim kendi kendime, karşılık versin diye değil kendim sevmek istediğim için sevmiyor muydum?
Elma gibi işte.
Beni sevmek zorunda değildi.
Yersen.
35 milyon kere bunu tekrar etsem de beynim bile kabul etmiyordu.
Ne demek zorunda değildi? Köpek gibi sevecekti.
Benim küçük narin minnoş kalbim onu sevmişti de, benim küçük narin minnoş kalbim onu dünyalar kadar sevmişti de, benim küçük narin minnoş kalbim...
E-eh neyse ne.
O da sevecekti işte.
Eşşek sudan gelene kadar sevecekti.
Kabak tadı verene kadar, sağır sultan duyana değin sevecekti.
Pusulayı şaşırarak, zıvanadan çıkarak sevecekti.
Ağzıyla kuş tutarak, dananın kuyruğunu kopararak...